Türkiye, Orta Koridor’un Lojistik Üssü Olma Yolunda
Orta Koridor’un önemi, günümüz dünyasında yaşanan çok yönlü dönüşümle birlikte hızla artıyor. Rusya üzerinden geçen Kuzey Koridoru’nun jeopolitik riskleri, denizyolunda artan maliyetler ve süre baskısı ile Avrupa’nın tedarik zincirlerini çeşitlendirme politikaları, Orta Koridor’u daha cazip hale getirdi. Bu yeni tabloda Türkiye, yalnızca bir geçiş ülkesi değil, doğrudan bir lojistik merkez ve bölgesel üs konumuna yükselme potansiyeline sahip.
Türkiye’nin en büyük avantajı, kuşkusuz benzersiz coğrafi konumu. Avrupa, Asya, Orta Doğu, Kafkasya ve Kuzey Afrika’nın kesişim noktasında bulunması, onu doğal bir ticaret ve lojistik kavşak noktası hâline getiriyor. Ancak bu avantaj artık sadece harita üzerindeki bir gerçek olmaktan çıktı; yapılan altyapı yatırımlarıyla birlikte doğrudan enerjiye, ticarete ve navlun maliyetlerine etki eden stratejik bir güce dönüştü.
Son yıllarda gelişen çok modlu taşımacılık altyapısı – Marmaray bağlantısı, Bakü-Tiflis-Kars hattı, Ro-Ro kapasitesinin artması, modern liman yatırımları ve güçlü karayolu ağı – Türkiye’yi hem doğu-batı hem de kuzey-güney aksında kritik bir merkez haline getirdi. Bunun yanı sıra, Türkiye’nin güçlü sanayi ve üretim altyapısı sayesinde yalnızca transit taşımacılık değil, aynı zamanda çift yönlü, sürdürülebilir bir ticaret akışı mümkün hale geliyor.
Özetlenirse; iddialı olacak elbette, Türkiye, Orta Koridor’un merkezinde sadece ‘geçilen’ değil, ‘yön veren’ bir ülke olma noktasına doğru emin adımlarla ilerliyor.
Bölgede Operasyonel Sorunların Çözümü İçin Koordinasyona İhtiyaç Var
Orta Koridor’un önündeki en temel zorluklar, teknik ve operasyonel uyumsuzluklardan kaynaklanıyor. Farklı ray açıklıkları, aktarma noktalarındaki kapasite sorunları, liman yoğunluğu ve gümrük süreçlerinin ülkelere göre değişiklik göstermesi; toplam taşıma süresini ve maliyetini doğrudan etkiliyor.
Bu noktada, çözümün anahtarı güçlü bir bölgesel koordinasyon ve ortak yönetim vizyonudur.
Öncelikle hükümetler düzeyinde ray açıklığı, gümrük standartları, veri paylaşımı ve transit rejimleri gibi konularda ortak protokoller oluşturulması gerekiyor. Avrupa Birliği’nin TEN-T (Trans-Avrupa Ulaştırma Ağları) yaklaşımına benzer bir biçimde, Orta Koridor ülkelerinin ortak bir altyapı ve yatırım master planı üzerinde uzlaşması büyük önem taşıyor.
Bunun yanında, sadece diplomatik değil, operasyonel düzeyde de daha entegre bir iş birliğine ihtiyaç var. Demiryolu işletmecileri, liman otoriteleri, Ro-Ro hatları ve büyük lojistik şirketleri arasında ortak sefer planlaması, blok tren uygulamaları ve boş kapasite yönetimi yapılmalı. Özellikle Hazar geçişi gibi kritik noktalarda merkezi bir koordinasyon yapısı, süreci ciddi ölçüde hızlandıracaktır.
Üçüncü boyut ise dijitalleşme. Tüm koridor boyunca yükün anlık izlenebildiği, rezervasyon ve gümrük işlemlerinin tek bir dijital platformda entegre edildiği bir sistem, hem zaman kayıplarını hem de belirsizlikleri minimize edecektir. Türkiye, bu dijital entegrasyonun tasarımında ve yönetiminde öncü rol oynayabilecek altyapı ve deneyime sahiptir. Biz OMSAN Lojistik olarak, kendimizi bu çerçevede konumlandırıyoruz.
Lojistik Üstünlüğümüzü Korumak İçin Atmamız Gereken Adımlar
Bugünün dünyasında lojistik, sadece bir taşımacılık meselesi değil; aynı zamanda bir jeopolitik güç, ekonomik kaldıraç ve stratejik güvenlik unsurudur. Türkiye’nin bu üstünlüğünü koruyabilmesi için üç temel alana odaklanması gerektiğini düşünüyorum.
Birincisi, stratejik altyapı yatırımlarının devamlılığıdır. Demiryolu taşımacılığının payının artırılması, liman–demiryolu entegrasyonlarının güçlendirilmesi ve lojistik köylerin etkin şekilde kullanılması; maliyeti ve süreyi düşürürken rekabet gücünü artıracaktır.
İkincisi, dijital ve yeşil dönüşüm çok kritik bir başlık. Avrupa başta olmak üzere birçok pazar, karbon emisyonu düşük ve izlenebilir lojistik çözümler talep ediyor. Türkiye’nin karbon ayak izi düşük, teknoloji destekli ve sürdürülebilir lojistik hizmetleri geliştirmesi, küresel rekabette ciddi bir avantaj sağlayacaktır.
Üçüncüsü ise, bölgesel liderlik ve iş birliği kapasitesidir. Orta Koridor, Kalkınma Yolu ve Zengezur gibi büyük projelerde Türkiye’nin rolü sadece bir katılımcı olmakla sınırlı kalmamalı. Bu projelerin finansmanından yönetimine, dijital altyapısından standartlarının belirlenmesine kadar aktif ve yönlendirici bir rol üstlenmesi gerekiyor.
Ayrıca nitelikli insan kaynağı yetiştirme, üniversite-sektör iş birliklerini güçlendirme ve lojistik alanında uzmanlaşmış eğitim programlarını yaygınlaştırmak da önümüzdeki dönemin kritik konuları arasında yer alacak.
Sonuç olarak Türkiye, doğru adımları attığı takdirde yalnızca bölgesel değil, küresel ölçekte bir lojistik üs haline gelme potansiyeline sahiptir. Bu potansiyeli gerçeğe dönüştürmek ise, kararlılık, vizyon ve koordinasyonla mümkün olacaktır.
Hatırdan çıkarmamalıyız ki, lojistik ticari koridorlar, yalnızca ekonomik entegrasyonu değil, aynı zamanda çevresel sürdürülebilirlik ve uzun vadeli kalkınmayı destekleyen stratejik altyapı ağlarıdır.
